16 Ekim 2017 Pazartesi

ATATÜRK'ün anıları

“Bunu Benden Kimse Alamaz!” adlı anı.
Madalyaların alınmak istenmesi üzerine Mustafa Kemal’in söyledikleri…
“Bunu Benden Kimse Alamaz!”
Sivas Kongresi için Tokat’tan Sivas’a gidiliyordu. Otomobiller Sivas’a doğru bomboş mesafeler arasında hızlandıktan sonra bir ara düşünceli sessizliğinden ayrıldı; gülümseyerek ve şaşarak dedi ki: - İstanbul’dakiler, rütbelerimi, nişanlarımı geri alacaklarmış! Hakları yok ya. Çünkü ben onların her birini bir harp meydanında, bir hizmet mukabili kazanmıştım. Salonlarda, saraylarda değil! Haydi kordonumu alsınlar, o sarayındı. Fakat her ne ise... Zaten ben, o kimselere tekaddüm edip istifamı verdim. Varsın alsınlar!.. “Ancak bunu vermem! Diyerek göğsündeki bu altın imtiyaz madalyasını okşar gibi gösterdi. Bunu benden kimse alamaz! Bunu, Anafartalar’da harp meydanında, ateşin karşısında benim göğsüme taktılar.” Dedi ve sustu.
Gene bugünlerde sarı saçları o dağlardan esen rüzgârlarda savrularak dedi ki: - Yahu! Memleketi ben mi batırdım? Yabancıyı Anadolu’ya ben mi soktum? Ben mi nizamı bozdum? Ben kalanı korumak, dağları kurtarmak ve nizamı kurmak için çalışıyorum. Bana müteşekkir olmaları lâzım gelirken, müstevli düşmanlarımızın menfaatine (yararına) uyarak nankörlük ediyorlar. Yanlış yoldadırlar.
Ruşen Eşref Ünaydın
Mukabil: Karşılık olarak.
Tekaddüm: Önceden davranma.
İmtiyaz Madalyası: Sultan II. Abdülhamid`in 11.10.1885 tarihli emriyle devlet ve memleket yararına hizmet edenlere, vazifeyle gönderildikleri yerde başarı gösterenlere verilmek üzere çıkarılan madalya.
Nizam: Düzen.




Atatürk’ün kitap okumaya verdiği önem ile ilgili anı.
Atatürk, kitap okumayı, araştırma yapmayı, fikir ve düşüncelerini insanlarla paylaşmayı seven bir liderdi. O’nun, henüz okul çağlarında başlayan kitap okuma alışkanlığı, savaş zamanında bile devam etmiş, cumhuriyet yıllarında ise daha da artmıştır.
Cumhuriyet döneminde büyük bir kütüphaneye sahip olan Atatürk, okumuş olduğu yerli ve yabancı birçok eser sayesinde geniş bir kültüre de sahipti.
Büyük Önder Atatürk’ün hizmetinde bulunanlardan Cemal Granada anlatıyor:
“Bir gün Atatürk, tarihle ilgili bir kitap okuyordu. Öylesine dalmıştı ki, çevresini görecek hali yoktu. Bir sürü yurt sorunu dururken devlet başkanının kendini kitaba vermesi Vasıf Çınar’ın biraz canını sıkmış olmalı ki Atatürk’e şöyle dediğini duydum:
- Paşam! Tarihle uğraşıp kafanı yorma… 19 Mayıs’ta kitap okuyarak mı Samsun’a çıktın?
Atatürk, Vasıf Çınar’ın bu içten yakınmasına gülümseyerek şöyle karşılık verdi:
- Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım...”









Cumhuriyette Angarya Yoktur
Cumhuriyet’in ilanından sonra idi. Karadeniz’de bir gezintiye çıkmıştı. Kendisine eşlik edenler arasında bulunuyordum. Rize’ye geldik. Yolların düzgünlüğü ilgisini çekmişti.
Valiye: “Yollarınızı nasıl bu hale getirebildiniz?” diye sordu.
Vali de anlattı; yakın köylüleri jandarmalarla toplattırmış ve yol onarımında çalıştırmış.
Ata’nın kaşları çatıldı. Oldukça sert bir dille:
“Vali Bey” dedi. “ ‘Corvee’ nedir bilir misin? Öyle ise ben söyleyeyim: Angarya demektir. Ve şu anda bilmeniz lazım ki, kanunsuz hiçbir vatandaşı işten alıkoyamaz, onu çalışmaya zorlayamazsınız. Cumhuriyet’te angarya diye bir şey yoktur.”
(Kemal Arıburnu, Atatürk’ten Anılar, s.321)













Atatürk’ün toplumsal alanda yapmış olduğu devrimler (İnkılaplar)arasında bulunan “Lâkap ve Unvanların Kaldırılması (26 Kasım 1934)” hakkında anı.
Bay – Bayan
Atatürk, bir gün o zamana kadar kullanılmaya alışılmış olan “Bey, efendi, hanım, hanımefendi, paşa hazretleri” gibi unvanları kaldırmak için bir yasa taslağını meclise vermişti. Bu sıralarda “BAYÖNDER” adındaki piyesin düzeltilmesiyle uğraşmaktaydı.
Atatürk, Bayönder’i bir kez okuduktan sonra ikinci kez gözden geçiriyordu. Yanındakilere bir ara:
- Bay ne demektir? Biliyor musunuz? dedi. Kişi, saygıya layık insan demektir. Bundan sonra çeşitli zümrelerine ayrı ayrı seslenmeyeceğiz. Erkeklere “Bay” kadınlara “Bayan” diyeceğiz.
Hazır bulunanlardan biri:
- Peki, bayan hem madam hem de matmazel karşılığı mı olacak? diye sordu.
Atatürk:
- Bir kadını evlenmeden önce ve sonra iki insan saymak ortaçağ zihniyetidir, dedi. Bugün uygarlık dünyası böyle bir ayırımdan dönmüştür.
Sonra eline kalemi aldı. Bayönder’in birinci sayfasına şu cümleyi yazdı.
“Genel olarak erkek için Bay, kadın için Bayan kullanılacak bey, efendi, hanım kalkacak.”
Ertesi günü meclisten çıkan bir yasa tüm unvanları kaldırıyordu. Bay ve Bayan’a gelince. Atatürk:
- Bunu kanunla emretmeye gerek yok. Bu benim teklifim olarak kalsın. Kararı zaman ve millet verir.



Mustafa Kemal Nasıl ATATÜRK Oldu?
Mustafa, Mustafa Kemal olmakla kalmadı…
Sonraki yıllarda yeni adlar almaya, yeni şanlar kazanmaya devam etti…
Çanakkale Savaşı’ndan sonra rütbesi paşalığa yükseltilince, adı Mustafa Kemal Paşa oldu.
Kısaca, Kemal Paşa diye anılmaya başlandı.
Sarı Paşa diyenler de oldu.
Sakarya Savaşı’ndan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi ona Gazi rütbesini verdi.
Adı, Gazi Mustafa Kemal Paşa oldu.
Bu unvan o kadar benimsedi ki, herkes ondan kısaca Gazi Paşa diye söz etmeye başladı.
21 Haziran 1934’te Soyadı Kanunu çıkınca, herkesin aklına, doğal olarak, ilk o geldi:
Gazi Mustafa Kemal’in soyadı ne olacaktı? Herkese soyadı bulan Gazi, kendisine nasıl bir soyadı bulacaktı?
Meclis’te, gazetelerde her gün ortaya yüzlerce öneri atıldı… Konuşuldu, tartışıldı, ama bir karara varılamadı.
Günler, haftalar geçti… Sonunda, herkesin merakını gideren, üzerinde anlaştığı öneri, Saffet Arıkan’dan geldi.
Daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı da yapacak olan Saffet Arıkan, Atatürk soyadının nasıl ortaya çıktığını şöyle anlatmaktadır:
“1934 senesi, Dil Kongresi’nde Dil Tetkik Cemiyeti Başkanlığı’na getirildim. Kongreden bir müddet sonra, 26 Eylül tarihi dil bayramı idi. Bunun için bir nutuk hazırlamam lazım geliyordu. Bu Nutuk müsveddede görüldüğü gibi, ‘Ulu Önderimiz Atatürk Mustafa Kemal’ diye başlıyordu.
“Atatürk o tarihe kadar, Soyadı Kanunu çıktığı halde henüz soyadı almamıştı.
Nutku kendine gösterdim. Atatürk kelimesini görür görmez üzerinde durdu. Birçok kereler bu kelimeyi tekrar etti. ‘Çok güzel bir buluş ama çok iddialı,’ dedi. Ancak, müsveddede tashihler yaptığı halde, Atatürk’e dokunmadı. Müsveddenin sonlarında bir de ‘Türk Atası’ diye bir terkip kullanmıştım. Bunu daha fazla iddialı bularak Atatürk tarzında tashih etmemi emretti.
Başka bir şey söylemedi. Ben nutkumu verdikten epey sonra, Gazi Mustafa Kemal, Atatürk’ü soyadı olarak aldı.” (Alıntı)

Al Karanfili Severim!
Atatürk, Cumhurbaşkanıyken ABD’den bir mektup alır.
Mektubu yazan, “Ben bölgemin ileri gelenlerinden biriyim… Sizin çok büyük bir insan olduğunuzu biliyorum, eserinizin hayranıyım,” dedikten sonra bir istekte bulunur:
“Hangi çiçeği çok sevdiğinizi bana yazmak cömertliğinde bulunursanız, o çiçeğin en güzel cinsine, sizin adınızı vereceğim…”
Atatürk, mektubu yanıtlaması için, Genel Sekreteri Ruşen Eşref Ünaydın’ı çağırtıp ona şunu söyler:
“Nazik ilgisinden duygulandığımı ve gereken teşekkürü tarafımdan kendisine bildiriniz ve deyiniz ki ben en çok al karanfili severim.”
Anlatan: Ruşen Eşref Ünaydın













Ne Emrederse Yapacağız!...
Gazi Paşa Olmasaydı Millet Kendi Başına Yürüyemezdi!
Tarih 30 Ekim 1925. Ahmet Ağaoğlu Bey Hakimiyeti Milli’ye gazetesinde yazar:

Geçenlerde bahçemde kuyu kazan bir köylüye sordum:
-Şapka giyeceksin!
-Evet, giyeceğim.
-Neden?
-Gazi Paşa emretmiştir.
-Etsin ne olur?

Köylü vatandaş beni baştan aşağı hayretle süzdü, “Etsin ne olur? Olur mu efendim? Gazi Paşa olmasaydı ben senin bu kuyunu kazabilir miydim? Bizi kurtaran O’dur. O ne emrederse yapacağız!.. Ben bu bağlılık ve sadakatin bu derecesine hayran oldum. Onu daha iyi anlamak için konuşmayı sürdürmek için sordum.
-Yalnız Gazi mi yaptı?.. Millet olmasaydı Gazi Paşa tek başına ne yapabilirdi?..
-O sözün doğru efendi. Ulus gayret etti. Fakat Gazi Paşa yürüttü… Gazi Paşa olmasaydı millet kendi başına yürüyemezdi efendi!
Kaynak: Nazmi Eğdirici, Atatürk’ün Kılık Kıyafet-Şapka Devrimi ve İnebolu, s. 102







Şapkayı Orada Giyeceğim!
1925 yılı Ağustos ayı başlarındayız. Atatürk’ü ziyarete Kastamonu’dan bir heyet gelmişti. Atatürk o gün bir çok heyeti kabul etmiş ve yorulduklarından, Halk Partisi Genel Sekreteri Saffet (Arıkan) Bey’e; “Diğer heyetleri benim adıma sen kabul et ve önemli gördüğün heyetleri ise İsmet Paşa’ya götür.” demişti.
Ancak Kastamonu heyeti geldiğinde nedense Saffet Bey, Atatürk’ü haberdar eder. Atatürk; “Bu heyeti ben Çankaya’da kabul edeceğim, yarın heyeti Çankaya’ya getir.” diye Saffet Bey’e direktif verir. Ertesi gün Atatürk, Kastamonu heyetini kabul ederek bir saate yakın heyet mensupları ile görüşür ve davetlerini hemen kabul eder. Atatürk; “Yakında Kastamonu’ya geleceğim, hemşehrilerime selâm söyleyiniz!..” diyerek heyeti uğurlar. Heyeti uğurladıktan sonra Saffet Bey’e; “Çocuğum, Kastamonu’ya gidiyorum, Şapkayı orada giyeceğim” der.
Saffet Bey, Atatürk’ün uzun süredir, kılık kıyafet ve şapka sorunu ile meşgul olduğunu, hatta bazı arkadaşlarına İstanbul’da Beyoğlu’nda şapka giydirerek özellikle gezdirdiğini ve bu halin sonuçlarını incelettiğini biliyordu. Atatürk, Saffet Bey’e; “Kastamonu’yu niçin seçtiğimi bilemezsin. Dur anlatayım: Tüm vilayetler beni tanırlar. Ya üniforma ile, yahut fesli, kalpaklı veya sivil elbise ile görmüşlerdir. Yalnız Kastamonu’ya gidemedim. İlk önce nasıl görürlerse öyle alışırlar, yadırgamazlar. Üstelik bu il halkının hemen hepsi asker ocağından geçmişlerdir. Saygılıdırlar, yumuşak başlıdırlar. Adları tutucu çıkmışsa da anlayışlıdırlar. Bunun için “Şapkayı orada giyeceğim(1)” demiştir.
(1) Nazmi EĞDİRİCİ, Atatürk’ün Kılık Kıyafet - Şapka Devrimi ve İnebolu, s.97







Cumhuriyetin Verdiği Mutluluk!
Atatürk, 23 Ağustos 1925 öğleden sonra Çankırı’dan Kastamonu’ya hareket etmiş ve yol üzerinde Ilgaz kasabasına gelinmiştir. Halk arasından Ilgazlı Gazi Onbaşı Atatürk’e şöyle seslenmişti:
“Gazi Paşam, emin olunuz ki istiklâl ve namus uğrunda kurban olanların gözleri açık gitmemiştir. Sağ kalanlar, gaziler huzur ve mutluluklarından kuşku duymuyorlar. Onları dinleyen bir hükümet var. Geleceğimizden kesin olarak eminiz, çünkü kısa bir süre içinde sanayi, demiryolları, bankalar gibi görülen terakki artık fark ediliyor. Ben artık Kaymakama, Belediye Reisine, şimdi size her şeyimi anlatabiliyorum! Bunlar hep “Cumhuriyetin Verdiği Mutluluk” Bu mutluluk içinde yaşadığımız için Cumhuriyeti bize hediye eden siz, milletin ruhu, kalbi ve göz bebeğisiniz. Yaşasın Gazimiz, Yaşasın Cumhuriyetimiz!..”
Kaynak: Nazmi EĞDİRİCİ, Atatürk’ün Kılık Kıyafet - Şapka Devrimi ve İnebolu, s.99













Hacı Abalı ile Atatürk
Hacı Abalı Küre’li... Açık sözlü, samimi, sıcak kanlı, zeki, hazırcevap bir zat... Küre’nin sevilen sayılan tatlı ihtiyarlarından… Kerestecilik ve çiftçilikte uğraşan çalışkan ve serbest, umursamaz gibi fakat çok samimi, tabii tavırlı bu ihtiyar da Atatürk ile buluşan KÜRE  heyetinde!.. Mevsim yaz, Ağustos sıcağından bunalmış ve Atatürk’ün huzurunda; Fesini takkesini ve fesinin etrafına doladığı abani sarığını da çıkarmış, başı açık meydana çıkmış ve kendiside ferahlamıştı! “Gazi Paşa bu sarığı bu fesi kaldıracakmışsın diyorlar, gözünün bebeğini seveyim şu işi biran evvel yap! Görüyon halimi!..” Atatürk’ün hem yüzünün hem içinin güldüğü ve memnuniyeti her halinden anlaşılıyordu. Hacı Abalı’nın hazır cevaplılığı, tekerlemeleri eskiden beri çok yakından tanıyormuşcasına samimi konuşmaları ve hele “Paşa sen ne dersen o olur, valla senin bir dediğin iki olmaz şart olsun bunu böyle bil” demesi Atatürk’ün hem hoşuna gitmiş, hem de çok duygulandırmıştı.
Kaynak: Nazmi EĞDİRİCİ, Atatürk’ün Kılık Kıyafet - Şapka Devrimi ve İnebolu, s.101


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder